19 Aralık Pazartesi günü, “biyoçeşitlilik COP’u” COP15’te Montreal – Kunming 2020 sonrası Küresel biyoçeşitlilik çerçevesi kabul edildi. “Biyoçeşitlilik için Paris Anlaşması” olarak nitelendirilen bu anlaşma, doğanın ve ekosistemlerin tahribatını sona erdirecek yeni bir dönemin başlangıcını ve 2030 yılına kadar toplumların doğayla ilişkilerini dönüştürmek için yenilenmiş bir küresel fırsatı temsil ediyor.

Bu büyük bir gelişme. İklim mücadelemiz, biyoçeşitlilikteki öngörülemeyen düşüşle ayrılmaz bir şekilde bağlantılı. Yağmur ormanları ve mangrovlar, doğal alanlar büyük miktarlarda CO2 çekerek ve depolayarak küresel ısınmayı yavaşlatmaya yardımcı olur. Bilim insanları, doğal alanların korunması, restorasyonu ve daha iyi yönetilmesinin, 2030 yılına kadar sera gazı emisyon azalatımlarının üçte birinden fazlasına katkıda bulunabileceği konusunda hemfikirler. 1,5C’nin altında kalmaya giden her yolda doğadaki tahribatın durdurulması ve doğanın iyileşmesine yatırım yapılması gerektiği ise oldukça açık.

Birleşmiş Milletler, bilim insanlarının altıncı kitlesel yok oluş olayı olarak adlandırdıkları olayda, 2100 yılına kadar 1 milyondan fazla türün yok olabileceğini söylüyor. Dünya topraklarının %40’ı bozulmuş durumda ve yaban hayatı popülasyonu 1970’ten bu yana dramatik bir şekilde azaldı. Dolayısıyla COP15 anlaşması büyük bir anlaşma demek oldukça doğru olur.

COP15’e katılan ülkeler aşağıdaki hususları kabul ettiler:

  • 2030 itibariyle dünya topraklarının, okyanuslarının, kıyılarının ve iç sularının %30’unun korunması,
  • Doğaya zarar veren sübvansiyonları 500 milyar ABD doları azaltmak,
  • Biyoçeşitlilik açısından yüksek öneme sahip alanların kaybını neredeyse sıfıra indirmek,
  • Gıda israfını yarı yarıya azaltmak.

Anlaşma, Yerli Halkların temel rolünü, haklarını ve topraklarını açıkça tanımaktadır. Ayrıca zengin ülkelerin, gelişmekte olan ülkelerdeki biyoçeşitlilik çalışmaları için 2030 yılına kadar 30 milyar ABD Doları tutarında uluslararası finansmanı harekete geçirmesi çağrısında bulunuyor.

Anlaşma, tüm kaynaklardan koruma girişimleri için yılda 200 milyar dolarlık bir mali hedef belirliyor. (Ancak 700 milyar dolarlık biyoçeşitlilik finansman açığı ile daha gidilecek çok yol var!) Küresel Güney’den pek çok ülke bunun yarısının, yani yılda 100 milyar doların zengin ülkelerden yoksul ülkelere aktarılmasını istiyordu. Metinde, 2025 yılına kadar sanayileşmiş ülkelerden yılda 20 milyar dolar, 2030’dan itibaren ise yılda 30 milyar dolar aktarılacağı belirtiliyor.

Çoğu kez olduğu gibi, şeytan ayrıntıda gizlidir. Anlaşmanın vaatlerini yerine getirip getirmeyeceği uygulamaya bağlı olacak. Artış mekanizması olmadığından, hesap verebilirlik zayıf kalmaktadır. Bu nedenle müştereklerimizi, iklimimizi korumak ve çevremizle daha iyi bir ilişki kurmak için takipte olacağız.

Biyoçeşitliliği yeniden tesis etmek ve felaket boyutundaki küresel ısınmayı durdurmak için daha önce görülmemiş bir hızla hareket etmemiz gerekiyor. Aynı zamanda, endüstrinin manipülasyonuna karşı tetikte olmalı ve yerel toplulukları olumsuz etkileyen her türlü yanlış çözüme karşı çıkmalıyız.

Doğayı onarmak toplumların zararına değil, onlarla birlikte olmalıdır. Çevreyle daha sağlıklı bir ilişki kurmak ve yeşertmek için Yerli halklardan örnek almalıyız.

Bu “doğa için Paris Anlaşması” heyecan verici. Harekete geçmeye ve hükümetlerimizden hesap sormaya devam etmemiz gerektiğinin altını çiziyor. Her zamankinden daha fazla, bize bu yolda nasıl hep birlikte olduğumuzu gösteriyor. İklim adaleti, doğa ve yerli halkların hakları için verdiğimiz ortak mücadeleler arasında güçlü bir bağlantı ve kesişme olduğunu gösteriyor. Birlikte daha güçlüyüz ve birlikte mücadele edeceğiz.