1. Isınıyor.
Şu anda yıllık küresel ortalama sıcaklık, endüstri devrimi öncesine göre 1.2° derece daha sıcak (2021 Mayıs itibariyle)
(Durumu bu kadar basitçe özetlediği için Dr. Kimberly Nicholas’a teşekkür ederiz).
Şu anda yıllık küresel ortalama sıcaklık, endüstri devrimi öncesine göre 1.2° derece daha sıcak (2021 Mayıs itibariyle)
Gezegenimizin ortalama yeryüzü sıcaklığı sanayi öncesi döneme göre 1,2 °C daha sıcak. Bu, büyük bir artış gibi durmayabilir ama binlerce insan için yaşam ile ölüm arasındaki fark demek..
IPCC 2018 yılı raporuna göre, hayat fosil yakıtlara bağımlı şekilde bugünkü haliyle devam ederse 2030 yılında 1,5 °C artışa ulaşacağız.
Oldukça kompleks bir sistem olan iklim sisteminde büyük çaplı değişiklik ve istikrarsızlıklarla karşı karşıyayız. Bu durumu kısaca özetleyen kanıt 2020 yılının, kayıtların tutulmaya başlandığı 1850’den beri 2016 ile beraber en sıcak yıl olarak tespit edilmiş olması. Hem de küresel düzeyde soğutma etkisi yaratan La Nina’nın yaşandığı yıl olmasına rağmen.
18. yüzyıldan önce atmosferimizin içerdiği karbondioksit oranı yaklaşık milyonda 280 partiküldü. Bu sayı “uygarlık adına” sanayileşmeyle ve kömür, petrol, gaz yakıtlara olan bağımlılığımızla hızla değişti. Şu anda fosil yakıt kullanımına bel bağlayan sistemimizden dolayı atmosferdeki karbondioksit oranı milyonda 410 partikülün üzerine çıkmış durumda. Üstelik fosil yakıt kullanımının dünyada yayılmasıyla birlikte, atmosferdeki karbon miktarı hızla artmaya devam ediyor.
Fosil yakıtların yakılması tek başına hala sorunun en büyük nedeni durumunda; küresel emisyonların %57’sinin nedeni bu. Bunun yanında zengin ülkelerdeki hayvan temelli tarım talebindeki hızlı artış, metan ve azot oksit gibi diğer sera gazlarının hızla artmasına da neden oluyor. Bu sorun, karbondioksitin atmosferde metan ve diğer sera gazlarına oranla çok daha uzun süre aktif kalmasıyla daha da artıyor. Fosil yakıt şirketleri, bir zamanlar yeryüzünün altında fosil yakıt olarak depolanan milyonlarca yıllık karbonu alıp atmosfere bırakmaya devam ediyorlar. Nisan 2021 tarihindeki ölçümlere göre karbondioksitin atmosferdeki seviyesi 416 ppm. Bilim insanları ve iklim uzmanları ise atmosferdeki karbondioksit miktarının güvenli üst sınırının milyonda 350 parçacık (ppm) olması gerektiğinde hem fikir.
Fosil yakıtları yerin altında tutmak ve enerji ihtiyacımızı yenilenebilir kaynaklardan sağlayarak güvenli üst sınır olan 350 ppm seviyesine geri dönmek, iklim değişikliğini önlemek için atabileceğimiz en önemli adım.
CO2 seviyeleri – son kısımdaki keskin artışa dikkat edin. (kaynak: Scripps Institution of Oceanography)
Bilim insanlarının %97 gibi ezici bir çoğunluğu, iklim değişikliğinin insan kaynaklı sera gazı emisyonlarından kaynaklandığını kabul ediyor. Bilim insanları arasında iklim değişikliğine dair kayda değer bir itiraz noktası bulunmuyor.
New York’taki 2014 İklim Yürüyüşü’nde bilim insanları.
Atmosferde daha fazla CO2 olmasının iklimin ısıtacağının keşfi 1890’lı yıllara dayanıyor. İklim biliminin güvenilirliğine yönelik saldırılar, iklim değişikliği konusundaki anlayışımıza dair belirsizlik yaratmak için milyonlarca dolar harcayan fosil yakıt endüstrisi de dahil olmak üzere, çıkar grupları tarafından sürdürülüyor.
Petrol şirketi Exxon, iklim değişikliğinin etkilerini 1970’lerde biliyordu; bu konuda harekete geçmenin de gelirlerini olumsuz etkileyeceğini anlamıştı. Bunun sonucunda, hakikate karşı sektör çapında bir saldırıya geçerek, on yıllar boyunca eyleme geçilmesini engelleyen sahte bir tartışma yarattılar. Şimdi Exxon’un ve Shell gibi diğer şirketlerin altyapılarını, onlarca yıldır iklim değişikliğinden korumak için adımlar attığını; ama bir yandan geri kalanımızı korumak için harekete geçilmesini engellemeye çalıştığını biliyoruz.
İklim krizinin gerçek olduğunu bize anlatan sadece bilim değil. Çiftçilerden yerli halklara doğa ile kurdukları doğrudan ilişkiye bağlı olarak yaşayanların tanıklığı ve yereldeki değişimlere dair bilgisi de iklim krizinin varlığını açıkça meydana çıkarıyor.
Sonuç olarak dünya çapında büyük sorunlara neden olan iklim değişikliğinin hızla iklim krizine dönüşmesinin nedeni insanlar. Bunu durdurmanın en iyi, fosil yakıtları yerin altında bırakmak.
İklim etkilerini gösteren harita. Kaynak: climatesignals.org
1.2°C’lik ısınma hali hazırda gezegenin dört bir yanında yıkıcı etkilere yol açmış durumda.
Küresel ölçekte hububat verimleri %10 azaldı; bunun nedeni iklim değişikliğine bağlı olan aşırı sıcak dalgaları ve seller. Bunun sonucunda açlık artıyor ve insanlar yaşadıkları yerlerden ayrılmak zorunda kalıyor. Kıyılara yakın yaşayan 1 milyondan fazla insan, yükselen denizler ve daha güçlü fırtınalar nedeniyle evlerinden çıkmak zorunda kaldı; şayet süreç tersine dönmezse önümüzdeki yıllarda milyonlarca insanın da evlerini terk etmek zorunda kalmaları bekleniyor.
Son yıllarda iklim değişikliği biliminde hızlı gelişmeler kaydedildi; artık bilim insanları, iklim değişikliğinin birçok aşırı iklim olayına veya diğer olaylara katkısını kesin bir şekilde saptayabiliyor.
Yaşanan felaketleri iklim değişikliğinin hem sonucu hem de hızlandırıcısı olarak görmek mümkün. Çünkü iklim değişikliğine bağlı olarak ortaya iklimin hassas dengesini bozacak zincirleme etkiler çıkıyor. Aynı okyanusların asitlenmesi sonucunda atmosfere daha çok karbonun karışması ve iklimin dengesinin gittikçe daha da bozulması gibi. Diğer yandan dünyanın bir köşesinde olan iklim felaketleri sadece yerel etkiler üretmiyor, tüm gezegeni için altından kalkılması zor sonuçlar üretiyor. Aynı Antarktika, Kuzey Kutbu ve Grönland’da buzulların erimesi sonucu deniz seviyelerinin yükselmesine ve dünya genelinde kıyılarda yaşayanların -özellikle de kentlerin- buna bağlı olarak tehlike altında olması gibi.
İklim olaylarının maliyetlerine gelince… 2020 yılı boyunca iklim krizi nedeniyle milyarlarca dolar değerinde zarar ortaya çıktı. Dolaylı yoldan uğranılan zararlar da hesap edildiğinde fatura daha da kabarmakta. Ancak iklim felaketlerinin ekonomik olanın daha da ötesinde canlıların yaşamlarına, yaşam alanlarına ve türlü haklara erişimlerine verdiği zararlar bulunuyor ki ne bunlara ne ekonomik değer biçmek mümkün ne de bunları tazmin etmek, onarmak ya da geri getirmek. 2020 yılının sadece ilk yarısında başta Asya ve Afrika’da olmak üzere dünya genelinde 9,8 milyon kişi iklim felaketleri nedeniyle yerinden oldu ve göç etmek zorunda kaldı. 209 yılında iklim krizinin etkisiyle sürmekte olan gıda güvenliği dünya nüfusunun yüzde 9’unun, yani 690 milyon insanın, yetersiz beslendiği, %10’unun da -750 milyon insanın- temiz, sağlıklı ve ucuz gıdaya ulaşamadığı tahmin ediliyor.
İklim biliminin en net bulgularından biri, küresel ısınmanın; ısı dalgalarının, kuraklıkların ve kontrol edilemeyen yangınların yoğunluğunu, süresini ve sıklığını arttırdığıdır.
Somali'de kuraklıktan kurtulmak için haftalarca yürüdükten sonra Kenya, Dadaab'da bir mülteci kampındaki mezarların arasında duran bir kız. (Foto: Andy Hall/Oxfam)
Gezegenimizin atmosferi ve okyanusları, 65 milyonluk zaman dilimi içinde son yıllarda hiç bir zaman olmadığı kadar 10 kat hızlı ısınmakta. Bu durum özellikle son yirmi yılda dikkat çekici hale geldi. Şimdiye kadar kaydedilmiş en sıcak 10 yıllık zaman dilimlerinin hepsi 1998'den bugüne görüldü.
Doktorlar, Hindistan'ın Madhya Pradesh eyaletinde, Bhopal kentinde 2015 yılında 2,300 kişiyi öldüren bir ısı dalgası sırasında güneş çarpması ve şiddetli dehidrasyon (susuzluk) geçiren bir erkeği tedavi ediyor.. (Photo: Sanjeev Gupta/EPA)
Küçük bir sıcaklık artışının bile ölümcül sonuçları oluyor: Fosil yakıtları yakmaya başladığımızdan beri ortalama küresel sıcaklık 1.2 °C üstünde arttı. Bu artış, ısı dalgalarının frekansında da çok ciddi bir artışa sebep olmakta.
Isı artışı, ölümcül ısı dalgalarına ve daha ciddi kuraklıklara katkıda bulunuyor, kontrol edilemeyen yangınların kapsamını genişletiyor. Hindistan, 2015 yılında kayıtlı tarihindeki en büyük ısı dalgasını yaşadı ve 2300'den fazla insan hayatını kaybetti. Isı dalgaları, Hindistan'da her yıl gerçekleşse de, küresel ısınma nedeniyle son yıllarda gerçekleşen ısı dalgaları daha sıcak ve bu yüzden daha öldürücü oluyor.
Isınma, kuraklığın şiddetini de arttırıyor. Daha sıcak bir atmosferde topraktan daha çok su emilir; bu da kuraklık koşullarının olasılığını arttırır. 2015 ve 2016 yılları arasında kuraklık ve yükselen sıcaklıklar, Doğu ve Güney Afrika'da 36 milyondan fazla insanı açlıkla karşı karşıya bıraktı. Kuraklık, Etiyopya'nın yakın tarihinin en kötüsüydü.
Kanada, Alberta'nın Fort McMurray kentinde 2016 yılında çıkan bir orman yangını, 590.000 hektarlık bir alanı yaktı, yaklaşık 2400 bina ve evi yok etti, 9 milyar doların üzerinde hasara neden oldu. (Photo: Jupm Studios)
Kontrol edilemeyen yangınlar aynı zamanda hızlı ısınan atmosferimizin bir göstergesi. 2016'da Kuzey Amerika'da son derece kuru bir kış, mevsime göre sıra dışı ölçüde sıcak bir hava ile birleşince yıkıcı yangınlar gerçekleşti. Bunlar arasında Fort McMurray'da felakete yol açan yangınlar da vardı. Bu yangın, ülke tarihinin en büyük tahliyelerinden birine yol açtı ve 9 milyar doların üzerinde hasara neden olarak Kanada tarihinin en pahalı felaketi olarak kayda geçti.
2020 yılında Kanada’nın doğusu, Sibirya, A.B.D.’nin batısı, Avusturalya ve Avrupa’da oldukça etkili sıcak hava dalgaları yaşandı. Kaliforniya’daki Death Valley’de yeryüzünün son 80 yılda kayıtlara geçmiş en yüksek sıcaklığı (54.4°C) yaşandı . Ocak-Haziran 2020 tarihleri arasındaki 6 ay boyunca Sibirya’da sıcaklık rekor seviyelerde normalin üzerinde seyretti. Rusya’nın kuzeydoğusundaki Verkhoyamks kasabasında 38°C’ye ulaşmasına neden olan, Sibirya’da kontrolsüz yangınlara neden olan bu uzatılmış sıcak hava dalgası yereldeki canlıların yaşamını etkilemesinin ötesinde, küresel düzeyde iklimin dengesini daha da bozucu bir etkiye sahip. Zira, Sibirya, Kanada, Grönland ve Kuzey Kutup Bölgesi’nde toplam 23 milyon kilometrekare alana yayılan ve atmosfere göre 2 kat fazla karbonu tutan donmuş toprak tabakası (permafrost) çözülüyor
Sıcak havanın ve kuraklığın başlıca nedeni olan kontrolsüz yangınlar 2020 yılı boyunca dünyanın birçok yerinde kendini gösterdi. ABD 2020 yılında tarihinin en büyük kontrol dışı yangın sezonunu yaşadı; toplam 41 bin 561 km2’lik alan yanarken ortaya çıkan doğrudan ekonomik zararın 16,5 milyar ABD dolar civarında olduğu hesaplanıyor. Tarihinin en sıcak Ağustos-Ekim dönemini yaşayan Batı ABD’de bu aylarda çıkan 9500’den fazla yangında yaklaşık 17 bin 800 km2’lik alan yandı ve 1200-3000 arasında kişinin yangınlara bağlı nedenlerle hayatını kaybettiği tahmin ediliyor. Avusturalya’daki yangınlarda 19 milyon hektar alan yanarken, 33 kişi hayatını kaybetti; 1,25 milyar hayvan canından oldu; 3094 ev zarar gördü.
Rekor kıran ısınma karada hissedilirken, atmosferde yakalanan ilave ısı enerjisinin çoğu okyanusların derinliklerinde depolanıyor ; bu da hızlı değişimlere ve kilit ekosistemlerin çöküşüne neden oluyor. 2020 yılında okyanusların sıcaklığı tarihin en yüksek seviyesine ulaştı, okyanusların kapladığı alanın %80’ininden fazlası sıcak havasına maruz kaldı. Bu da karbondioksitin ısınmış tuzlu su ile birleşmesi sonucunda asitlenmeye ve atmosferdeki karbondioksitin %23’ünü emen okyanus sularının bu kapasitesinin azalmasına neden oluyor.
Şubat 2016'da, Heron Adası'nda, Büyük Bariyer Resif'nin en güney ucuna yakın bir noktada resiflerde ağarma (Photo: Richard Vevers / The Ocean Agency)
1955'ten bu yana, artan sera gazlarının bir sonucu olarak atmosferde yakalanan enerjinin yüzde 90'ından fazlası okyanuslar tarafından emildi.
1980'lerden önce, son on bin yıldır (ve muhtemelen çok daha uzun bir süredir) küresel çapta bir mercan ağarmasına dair herhangi bir işaret yoktu . Dünya çapında mercan resiflerinin ağarması ancak son 35 yılda meydana geldi. O zamandan bu yana dünyada mercan resiflerinin olduğu her yerde resiflerde yoğun ağarma meydana geliyor. Büyük Set Resifi'nden Hint Okyanusu'ndaki Andaman Adaları'na kadar, bir zamanlar hayat dolu parlak renkli mercan resifleri önce ağararak beyaza büründü, sonra ölerek alglerle kaplandı ve bulutlu kahverengi renk aldı. (Mercan Resifleri Suç Mahalli kampanyası hakkında daha fazla bilgi alın.)
Guam'dan bir deniz bilimci olan Laurie Raymundo şunları anlatıyor:
“Bilim konusunda kendimi epey nesnel ve mantıklı biri olarak değerlendiriyorum. Ama bazen bu şekilde bakmayı başaramıyorum. Bugün, denizlerde olduğum 50 yıldır ilk defa, bir saat boyunca ağladım, maskemin içine ağladım; çünkü harikulade Tumon Körfezi mercanlarımızın ne kadar yaygın bir şekilde ağardıklarına ve öldüklerine şahit oldum."
Resifler, tüm deniz türlerinin yaklaşık %25'ini destekliyor. Kitlesel bir mercan ölümü, yıllık 375 milyar dolara ulaşan geçim kaynaklarını, 500 milyon insanın geçim kaynaklarını, mal ve hizmetlerini riske atıyor. Eğer sera gazı salımlarını kontrol altına alamazsak, on yıllar içerisinde dünyadaki mercan resiflerinin çoğunu öldüreceğiz.
Su ısındıkça genişler. Bu basit gerçek, kutup bölgeleri ile dünyanın buzullarında eriyen buzlardan okyanuslara akan su ile birleştiğinde, dünyada deniz seviyesinin hızla yükselmesine neden oluyor.
2013 yılında Marshall Adaları'ndaki Ailuk Atolu'nda tuzlu su sızmasına ve kuraklığa bağlı ölü bitki örtüsü. (Photo: PACC)
Aşırı deniz kabarmaları ve fırtına dalgalanmaları karasal alanların daha iç kesimlerine ulaşırken, deniz seviyesinde yalnızca az miktarda bir yükselme, çarpıcı hasarlara ve değişikliğe neden olabiliyor. Tuvalu ve Marshall Adaları gibi bazı adalarda, yükselen deniz seviyeleri, okyanus kabarıp adanın üzerine geldiğinde, yerin su altında kalması olaylarına neden oluyor. Tuzlu su taze yer suyu ile karıştığında, önemli besin ürünleri yetiştirme imkanı ve taze su kaynakları yok oluyor.
Fiji hükümeti, deniz seviyesinin yükselmesinin etkileri nedeniyle 64 köyün yerini değiştirmeye girişti bile. İlave bir 830 köy de yüksek risk altında ve yer değiştirmeleri gerekebilecek. Alaska'daki yerli Shishmaref köyü, yükselen deniz seviyeleri nedeniyle yer değiştirme kararı verdi.
Şu anda deniz seviyesinin artış hızı yılda 3,4 mm; ama yıldan yıla değişen dalgalanmalar bir yana, bu hız zamanla artıyor. Bu noktada deniz seviyesindeki artışı durduramayız ama fosil yakıtların yerin dibinde kalması için şimdi harekete geçersek, önümüzdeki yüz yıllarda gerçekleşecek deniz seviyesi artışını kısıtlayabiliriz.
Fosil yakıtlarını yerin dibinde tutmak ve ısınmayı 2° C'nin altında bir noktada durdurmak, deniz seviyesindeki 50 cm'lik bir artış ile 10 metre veya daha fazla bir artış arasındaki fark anlamına gelebilir. Dünya nüfusunun %37'si kıyıların yakınında yaşadığı için, risklerin çok yüksek olduğu bir konu bu.
Fırtınalar ve aşırı yağış olayları her zaman olmuştur, ancak sera gazı salımlarına bağlı olarak atmosfere ve okyanuslara eklenen ilave ısı ile birlikte, fırtınalar artık giderek artan bir enerjiye ve daha yüksek nem yüküne sahip oluyor.
Kurtarıcılar, 2016 Eylül'ünde Çin'in Fujian Eyaleti'nin güneydoğusundaki Nan'an'da, mahsur kalmış sakinlere yardım ediyor. (Photo: Xinhua)
Her bir derece (Cº) ek ısınma için, atmosfer yaklaşık %7 daha fazla su nemi tutar. Sadece son 25 yılda uydular, atmosferdeki buharda %4'lük bir artış ölçtüler; bu durum, atmosferin hızla ısınmasına paralel bir gelişme. 2020 yılında sadece Atlantik Okyanusu’nda toplam 29 tane büyük fırtına meydana geldi ve bu bir rekor.
İnsan kaynaklı iklim değişikliği nedeniyle, bugün gördüğümüz fırtına, siklon, kasırga ve tayfunlar belirgin ölçüde daha ağır yağışlara, daha fazla sellere, daha güçlü rüzgarların esmesine ve daha büyük fırtına dalgalanmalarına neden oluyor.
3 Haziran 2016'da Paris'in Villeneuve-Trillage banliyösünün tahliye işlemleri sırasında tahliye edilmeyi reddeden sakinler, el yapımı tekneler üzerinde oturuyorlar. (Photo: Christian Hartmann)
2016 Haziran'ında Paris ve çevresinde yaşanan sellerin %40 ila %90 arasında iklim değişikliği sebepli olduğu saptandı.
Çin'de 2016 yılında Temmuz ve Haziran aylarında meydana gelen sel, 833'ten fazla kişiyi öldürdü, 400.000'den fazla evi yok etti ve 6 milyondan fazla insanı yerinden etti. Bu sel felaketi, insan kaynaklı iklim değişikliği nedeniyle ciddi ölçüde daha kötü bir şekilde yaşandı.
2016 Eylül'ünde Karayipler'de görülen (ve küresel ısınmaya atfedilen) olağandışı ölçüde sıcak sular, Matthew Kasırgası'nın inanılmaz bir şekilde hızlı yoğunlaşmasına, neden oldu. Bu durum, çok hızlı yoğunlaşan tropikal kasırgalar eğilimi ile tutarlı. Matthew Kasırgası sadece 36 saat içerisinde, tropikal bir fırtınadan Kategori 5 şiddetinde bir kasırgaya evrildi; yoluna devam ettikçe Haiti, Küba, Bahamalar ve ABD'nin güneydoğusunda büyük hasara neden oldu.
Daha fazla fosil yakıt yakmanın maliyeti büyük: Fırtınalar, kasırgalar, tayfunlar ve siklonlar daha ölümcül ve daha pahalı hale gelecek. İnsanları tarifsiz yıkımlardan korumanın en iyi yolu fosil yakıtları yerin dibinde bırakmak.
Okyanusların ve atmosferin ısınması nedeniyle, Kuzey Kutup Bölgesi'nden Antarktika'ya kadar Dünya üzerindeki buzulların miktarı azalıyor. Bu da, deniz seviyesinin yükselmesini hızlandırıyor; böylece yeryüzünün ısı enerjisini uzaya geri yansıtabilme yeteneğini azaltıyor ve benzersiz ekosistemleri tehlikeye sokuyor.
Uydu kayıtları 40 yıl önce tutulmaya başladığından bu yana, Kuzey Kutup Bölgesi'nin deniz buzu çok ciddi bir şekilde azalıyor. Buz kütlesi ortalama olarak her on yılda bir kütlesinin %3,7'sini kaybediyor. Tüm Kuzey Kutup Bölgesi çok ciddi değişiklikler geçiriyor; bu da sayısız tür (kutup ayıları da dahil olmak üzere) için yaşamsal öneme sahip yaşam alanlarını ve birçok yerli topluluğunun geçim kaynaklarını tehdit ediyor. Leeds Üniversitesi, Edinburgh Üniversitesi ve University College London’dan bilim insanlarının yürüttüğü bir araştırmaya göre, son 30 yıldan kısa sürede toplam 28 trilyon ton buzul eridi. Gittikçe hızlı biçimde eriyen buzullar 15 yıl öncesine göre %31 oranda daha fazla kar ve buz kaybediyor.
2016'da Kuzey Buz Denizi'ndeki deniz buzu kutup kışı sırasında da erimeye devam etti; bu durum modern tarihte ilk kez gözlemlendi. Bazı kısımlar normalden 20 derece daha sıcaktı. Yaşadığımız çok şiddetli kışlar muhtemelen kutuplardaki sıcaklıkların artmasıyla ilintili ve aynı zamanda ölümcül yaz sıcak dalgaları ve şiddetli sel baskınlarıyla bağlantılı.
Antarktika buz tabakası da, okyanus sıcaklıklarının artmasıyla birlikte, Kuzey Kutbu'ndan daha yavaş da olsa değişmekte. Dünyanın en büyük tatlı su deposu olan Antarktika, sera gazı salımlarının kesintiye uğramadan devam etmesi durumunda, 2100 yılına kadar deniz seviyesine bir metreden fazla, 2500 yılına kadar da 15 metreden fazla ekleme potansiyeline sahip. Yakın zamandaki araştırmalar , Antarktika'nın deniz seviyesindeki yükselişe katkısının 1,5 Selsiyus ısınmaya kadar sıfıra yakın olduğunu, ama ısınma yaklaşık 2 dereceyi geçtikten sonra en az 2 metreye sıçradığını gösteriyor.
Şimdi harekete geçersek, Antarktika buz tabakasını büyük ölçüde koruyabiliriz. Eğer harekete geçmezsek, Antarktika buzulları geri dönülmez bir şekilde okyanusa kaymaya başlayacak ve dünyadaki ekosistemler ve ekosistemlere bağlı yaşayan biz insanlar üzerinde büyük tahribat bırakacak ayrıca tahribat kaynaklı trilyonlarca dolar fatura çıkacak.
Buzullar sıcaklık değişimine karşı çok hassastır; iklim değişikliğinin bir sonucu olarak dünyadaki buzullar geri döndürülemez bir geri çekilme içinde. Buzullar dünyanın dört bir yanında birçok şehir ve kasaba için yıl boyunca önemli bir su kaynağı oluşturmaktadır.
Bolivya'nın başkenti La Paz'da, kurak mevsim boyunca suyun dörtte biri tarihsel olarak buzullardan gelir. Ancak 2016 yılına gelindiğinde, buzullar hızla kayboldukça, buzulların beslediği barajlar neredeyse tamamen kurumuştu. Stockholm Çevre Enstitüsü tarafından hazırlanan bir rapora göre, bu geri çekilme hızla gerçekleşiyor ve geri döndürülemez durumda:
“Bir zamanlar dünyanın en yüksek kayak merkezinin olduğu Chacaltaya dağındaki bir buzul daha şimdiden tamamen yok olmuş durumda. Ayrıca El Alto ve La Paz'a su sağlayan iki Tuni-Condoriri buzulu, 1983 - 2006 yılları arasında alanlarının %39'unu kaybetti. Bu yılda 0,24 km²'lik bir hız demek."
Himalayalar, And Dağları, Kuzey Kutbu bölgesi, Yeni Zelanda Güney Alpleri ve diğer bölgelerdeki buzulların gerilemesi, tarihsel olarak buzulların yıl boyunca istikrarlı olmasına bel bağlamış olan insanlar ve yaban hayatı için önemli maliyetler ve tehditler oluşturuyor.
Buzullar sıcaklıktaki küçük değişimlere karşı çok hassas oldukları için, emisyonları şimdi durdursak bile birçok buzul yok olacak. Ama fosil yakıtları yerin dibinde tutmak için şimdi harekete geçersek hala birçok buzul kurtulabilir..
Atmosferin ısınması mevsimlerin zamanlanmasını ve yaşam alanlarının dağılımını değiştiriyor, daha sıcak iklim bölgeleri kutuplara doğru hareket ediyor.
Zika virüsünü yayabilen dişi Aedes albopictu sivrisineği. (Photo: James Gathany/CDC)
Tropikal ve alt tropikal iklim bölgeleri kutuplara doğru ilerledikçe, dolayısıyla sivrisineklerin yaşama alanları da genişledikçe, Zika ve dang humması gibi sivrisinek kaynaklı hastalıkların yayılması da artıyor. Dünya ısınmaya devam ettikçe, tropikal hastalıkların yaygınlaşması da artacak.
Tropikal ve alt tropikal iklim bölgeleri genişledikçe, ılıman ve tundra ekosistemleri için mevcut olan yaşam alanları azalıyor, bu da kutup ayıları gibi türleri yok olmaya doğru itiyor.
Göç örüntüleri de değişiyor. Örneğin son on yılda birçok göçmen kuş türünün her zamankinden bir kaç hafta önce göç ettiği gözlemlenmeye başladı.
Mevsimler değişiyor ve daha öngörülemez oluyor; çiftçilerin ne zaman ekim ve hasat yapacaklarını bilmeleri zorlaşıyor. Son dönemdeki araştırmalar, 40 yıl öncesine göre yaz koşullarının Avrupa'da 10 gün erkenden başladığını gösteriyor.
Aşırı soğuk hakkında bir not:
Sıra dışı soğuklukta bir hava durumu veya yoğun kar yağışı genellikle iklim değişikliğini reddedenlerin, iklim değişikliği gerçekleşmiyor demelerine neden oluyor. Ama bu doğru değil.:
İklim değişikliği daha şimdiden mevsimleri değiştiriyor, yaşam alanlarını etkiliyor: İklim bölgelerinin kaymasına, türlerin tükenmeye itilmesine ve çiftçilerin sıkıntılar yaşamasına neden oluyor. Önemli yaşam alanlarını ve geçim kaynaklarını korumanın en iyi yolu fosil yakıtları yerin dibinde tutmaktır.
İklim değişikliğinin temel gerçekleri acı: Isınmanın 1,5°C’nin altında kalması için 2030 yılına kadar sera gazı salımlarını yarıya indirmemiz gerekiyor.
İyi haber şu:
Ortalamadan soğuk son ay 1965 Ekim'iydi. (Climate Central)
CO2 levels throughout history — note the sharp spike at the end. (source: Scripps Institution of Oceanography)