Çarşamba günü (2 Mayıs) San Diego -Kaliforniya Üniversitesi’nden bilim insanları Nisan ayında aylık ortalama atmosferdeki karbondioksit yoğunluğunun tarihte ilk kez 410 ppm’yi aştığını doğruladı.
Bu değişikliklerin nasıl takip edildiği hakkında çok şey biliyoruz. Dünyanın karbondioksit seviyesi her yıl bu zamanlarda oldukça basit bir sebepten dolayı zirve yapıyor.
Kuzey yarımkürede daha fazla kara parçası bulunmakta ve bitkiler belli bir mevsimsel döngü içinde yetişmekte. Yaz boyunca bitkiler karbondioksiti emerken kış boyunca dışarı atıyorlar.Ölçümler Havai’de büyük bir şehrin kirletici etkilerinden uzak ve el değmemiş bir konumda yer alması sebebiyle seçilen Mauna Loa’da yapıldı. Ancak yine de hava kirliliği bir şekilde diğer şehirlerden Mauno Loa’ya ve dünyanın başka yerlerine de ulaşabiliyor.
Bir asırdan çok az miktar daha uzun bir süredir fosil yakıtlar çılgınca yakılıyor ve biz insanlar kendi gezegenimizin atmosferini doğal iklim değişikliğine kıyasla katbekat daha hızlı değiştiriyoruz.
Karbondioksit oranı, şimdi Antartika buz çekirdeklerinden bu yana yapılan herhangi bir doğrudan ölçümden 100 ppm daha fazla ve açıkça görülüyor ki bu oran muhtemelen gezegenin en az 15 milyon yıl içinde karşılaştığı oranların hepsinden daha yüksek. Bu ölçümler dünyamızın neredeyse buzsuz olduğu çağı da kapsıyor.
Karbondioksit seviyesi her yıl sadece artmakla kalmıyor, artış da hızlanıyor. Karbondioksit 50 yıl öncesine göre artık iki kat daha hızlı artıyor. Hatta artış bile artmakta!
Bu durum çeşitli sebeplerden kaynaklanmakla birlikte en önemli nedeni bizlerin hala her yıl yadsınamaz miktarlarda fosil yakıt tüketiyor olmamız
Geçtiğimiz yıl, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı genişlese de, insanlık tarihinde en yüksek seviyede sera gazı salımını gerçekleştirdi.
Aynı zamanda dünyamızın akciğerleri sayılan ormanlarımız ölüyor ve bu nedenle ağaçların karbondioksiti emerek güvenli bir şekilde toprakta depolayabilmesi mümkün olmuyor.
Bütün bu nedenlerin birleşimi de giderek kötüye gittiğimizi gösteriyor, hem de hızlı bir şekilde
Eylemlerimizde cesurca bir değişim olmadığı takdirde otuz yıl içinde atmosferdeki karbondioksit miktarı en son dinozorların soyunun tükendiği zamandan hemen sonrasına yani 50 milyon yıldan daha öncesine geri dönecek ve o noktada karbondioksit oranının bu denli artışının önlememesinden dolayı meydana gelecek ve geri besleme mekanizmalarını ile son derece tehlikeli sonuçları önlemek için çok geç olacak.
İşte bu durum, insanlığın bu zamana kadar karşı karşıya kaldığı en büyük problem ve biz bu problemi yeni yeni etkili bir şekilde ele almaya başladık.
Mevcut hızımızla devam edersek yeryüzündeki bütün ulusların iklim değişimi politikalarını da göz önünde bulundurarak söyleyebiliriz ki iyi bağımsız analiz, sanayi öncesi dönemin 3.4 derece üzerinde bir ısınma seviyesinde yol aldığımızı gösteriyor. Bu oran bütün ekosistemi ve insan medeniyetini ortadan kaldırmak için fazlasıyla yeterli bir seviye.
İklim değişikliği dünyadaki bütün hükumetlerin acil şekilde dikkatlerini konuya yoğunlaştırmalarını ve iş birliklerini gerektiriyor. Ancak çoğu ülke bu tehlikeyi kabul etmiş olsa da, emisyonlarımızı sınırlayabilme imkanı yavaş yavaş bizden uzaklaşıyor.
Birleşmiş Milletlerin 23 yıldır gerçekleştirdiği iklim değişikliği zirvelerinin ardından,daha iyi bir geleceğin inşa edilmesini talep eden bir toplumsal hareketin konu özelinde radikal bir düşünce ve eylem planı çıkarma zamanı geldi.
2015 Paris Antlaşması’nda kararlaştırılan küresel ısınmayı engellemeye yönelik birçok BM senaryolarından bir tanesi bile teknolojik bir mucize olmadan başarı gösteremez Karbon yakalama, jeoloji mühendisliği veya füzyon gücü gibi uçuk teknolojileri hayal etmek kendimizi kontrol etmekten daha kolay görünüyor.
İklim değişikliğine yaklaşımımızdaki başarısızlığımızın en büyük sebebi hayal gücümüzün başarısızlığından kaynaklanıyor. Bu alın yazımız değil, çok daha yisini yapabiliriz. Evet, devasa boyutta bir pruva rüzgarıyla karşı karşıyayız ama hala geleceğimizi kontrol ediyoruz. Bu gerçeği unutursak işte o zaman hepimiz lanetleniriz.