Bir hafta içinde yayınlanan iki rapor bize pandemi sonrası eşitsizliğin durumu, önümüzdeki dönemlerde karşılacağımız sorunlar ve çözümleri için öngörüler ve öneriler paylaşıyor.

Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) hazırladığı Küresel Riskler Raporu 2022, önümüzdeki on yılda karşımıza çıkacak en büyük on riskleri sıraladı ve bu ortaya çıkacak sorunların beşi çevre ile alakalı.

Binden fazla sivil toplum, ekonomi ve hükümet kurumlarının öngörülerini bir araya getiren raporda, iklim mücadelesinin kaybetmesi, aşırı hava olayları, biyoçeşitlilik kaybı ve ekosistem çöküşleri önümüzdeki 10 yılın en riskli ve etkisi en güçlü olacak sorunlar olarak seçilmiş.

Küresel Risk Algı Araştırması’nın bulgularına göre bu en önemli on risk şöyle:


Kaynak: Dünya Ekonomi Forumu

Özellikle iklim mücadelesinin kaybı ile beraber 5 ila 10 yıl içerisinde toplumların, ekonominin ve gezegenin zarar göreceği konusunda uzmanlar hem fikir.

Uzmanlardan sadece altı kişiden birinin iklim mücadelesi konusunda umutlu olması ise bize geniş çaplı bir değişimin gerekli olduğunu göstermekte. Zira şu anki sistemde, toplumsal ve ekonomik adaletin söz konusu olduğunu söylemek çok zor.

Küresel yoksulluğa odaklanan bir sivil toplum kuruluşu olan Oxfam’ın yayınladığı son rapor ise, özellikle pandemi döneminin de etkisi ile son dönemde sosyal adaletin sağlanamadığı toplulukların sayısının arttığını gösteriyor.


Kaynak: Oxfam

Oxfam’ın verilerine göre dünya toplumunun %99’unun geliri düşerken, 160 milyona yakın birey yoksulluk sınırına geriledi.

Bu bireylerden sağlık hizmetlerine erişim eksikliği, açlık, toplumsal cinsiyet temelli şiddet ve iklim krizinin dolayı her gün 21 bin kişinin hayatını kaybettiği belirtiliyor.

Genelde bu bireylerin kadınlar, etnik azınlıklar ve gelişen ülkelerde yaşayanlar olması ise dikkat çekiyor. Özellikle sadece 252 erkeğin, Afrika, Latin Amerika ve Karayiplerde yaşayan 1 milyar kadın ve kızdan daha fazla servete sahip olması da bir başka dikkat çekici veri.


Kaynak: Oxfam

Oxfam aynı zamanda dünya nüfusunun %1’ini oluşturan çoğunluğu erkek zengin bireylerin, pandemi süresinde servetini artırdığını ve bunu dünyanın en fakir %50’sinden iki kat daha fazla karbon salarak kazandığını da gözler önüne seriyor.

En zengin 20 milyarderin karbon emisyonu ise en fakir bir milyar insanın toplamının 8 bin katına denk geliyor.

Şu an elimizde olan veriler, bize iklim krizinden dolayı 2030 yılına kadar her yıl gelişen ülkelerden 231 bin bireyin hayatını kaybedebileceğini gösteriyor. Bu yüzyılın ikinci yarısında bu rakamın 51 milyona çıkma riski de mevcut.

Bahsettiğimiz tüm bu eşirsizlikler, suç oranlarının artmasına, mutluluğun ve güvenin azalmasına ve böylelikle çatışmaların yükselmesine yol açmakta ve adaletsizliğin ortadan kaldırılması hedefini zorlaştırmakta.

Ülkeler arasındaki ve içindeki bu adaletsizlik, gezegenimiz için de zararlı. İklim krizinin etkilerini hepimiz hissetmemize rağmen tarihi emisyonların %92’sinden sorumlu zengin ülkeler sorumluluk almayı reddediyor.

İklim krizini sürdüren aşırı tüketim kültürüne karşı hükümetlerin harekete geçilmeli ve durum daha tehlikeli bir seviyeye gelmeden modern dünya tarihinde görülmemiş bu eşitsizlik sonlandırmalı.

İklim krizinin günün sonunda bu modern sistemden ve bu sistemik mantığın temelinde olan daha fazla kar için daha fazla tüketim olduğunu unutmamamız lazım.

Havayı, suyu, toprağı, yaşamı metalaştıran bu sistem bir yandan iklimi değiştirirken diğer yandan küresel eşitsizliklerin de derinleşmesinde en büyük paya sahip.



Oxfam, pandemi dönemindeki dev yatırımlara dikkat çekerek çözüm için politik cesaretin gerektiğinin altını çiziyor ve en büyük eksikliğin yeni bir ekonomik sistemin hayal edilmesi olduğunu söylüyor.

Oxfam’ın raporu, bu yeni sistemde artık ekonomik şiddete dönüşen bu eşitsizliği kökünden değiştirecek ve daha adaletli bir dünya yaratacak çözümlerin sağlanabileceğini belirtiyor.

Bu ekonomik sistemin kurallarını değiştirerek, adil bir şekilde, önceden geliri dağıtarak, pazarın, özel sektörün ve küreselleşmenin sosyal adalete, zarar vermesini engellemekle başlıyor.

Zengin bireylerin vergilerini verdiği ve bu vergilerin koruyucu ve kesin getiri sağlayan kamu projelerine aktarılması bu sistemin ana noktası.

Oxfam, tüm zengin ülkelerin bir seçime sahip olduğunu belirtiyor:

  • Ya ekonomik şiddeti seçerek,  milyarları yoksulluğa mahkum eden, gezegenin yangın yerine dönmesine ve insanlığın varlığını tehlikeye atan, zenginlerin ve güçlülerin aşıları özelleştirdiği, aşırı tüketimi ilerlettiği bir dünyaya devam etmek.
  • Ya da, eşitliği merkezine alan, kimsenin yoksulluk ile mücadele etmediği ama aynı zamanda milyarderlerin de eski kitaplarda kaldığı, sosyal adaletsizliğin kimseyi öldürmediği, arzuların var oluş ihtiyaçlarından öteye geçmediği ve herkesin gelişme ve umut etme şansı olduğu bir sistemi kurmak.