İklim konusunda küresel diplomasinin en önemli buluşması olan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 26. Taraflar Konferansı (COP26), geçtiğimiz hafta sonu Glasgow’da tamamlandı. Konferans; pandemi, küresel enerji krizi, aşırı yüksek doğal gaz fiyatları ve ekonomik durgunluğun gölgesinde başlamıştı. 

Her ne kadar 2015 yılındaki Paris Konferansına göre Glasgow’daki 26. COP’ta daha iddialı taahhütler paylaşılsa da, ne yazık ki şu andaki taahhütler küresel ısınmayı sınırlama mücadelesinde hedeflenenen (sanayi devriminden bu yana) 1.5C’yi yakalayamıyor ve Climate Action Tracker’ın analizine göre ülkelerin mevcut Ulusal Katkı Beyanları ve taahhütleri ile yüzyıl sonuna kadar 2.1 derece ısınmayı işaret ediyor. 



Zira, 1.5C hedefine uyum için konferans sırasında alınması beklenen kritik derecede önemli kararlar olan (1) fosil yakıt finansmanlarının sona ermesi, (2) kömürden çıkış planlarının açıklanması ve (3) gelişmekte olan ülkeleri desteklemek için 100 milyar dolarlık iklim finansmanı taahhüdü tam anlamıyla yerine getirilemedi.

Fosil yakıtların finansmanıyla ilgili olarak konferansın ilk haftasında ABD, İngiltere, Kanada, İtalya ve Danimarka’nın da aralarında bulunduğu 20 ülke ile 5 uluslararası finans kuruluşu, petrol, doğal gaz ve kömür için kamu finansmanını 2022 sonu itibarıyla durduracağını açıkladı.

Benzer şekilde, 350 Türkiye ile birlikte sivil toplum kuruluşları da Türkiye’deki yatırımcı fonlara gönderdiği mektupta, fosil yakıtlara ilişkin her türlü desteğin sonlandırılması yönünde çağrı yaptı. 

”2053 Net-Sıfır Hedefi İçin Fosil Finansmanından Çıkış: Şimdi!”  raporumuza ulaşmak için tıkla

Bu olumlu adımın ardından benzer taahhütleri veren ülke ve kuruluşlar da artmaya başladı ancak maalesef ki Türkiye bu ülkeler arasında yer almadı. Burada bir parantez açacak olursak; geçtiğimiz Ağustos ayında yayınlanan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) son raporunda karamsar bir tablo çizilmiş ve Türkiye’nin  içinde bulunduğumuz Akdeniz Bölgesi’ni en kırılgan bölgelerden biri olarak tanımlamıştı.

Buna rağmen ve henüz Paris İklim Anlaşması’nı yeni onaylamış ve resmen 10 Kasım 2021 tarihinde yürürlüğe sokmuş olan Türkiye, sessiz ve seyirci kaldı. Bununla birlikte, önceki COP’ların aksine müzakerelere daha iş birlikçi bir şekilde yaklaşan Türkiye; 2030 iklim hedeflerinin iyileştirilmesi için çalışmaya bir an önce başlayacağını paylaştı.

Türkiye tarafından bu yönde yapılması gerekenlerin en başında yeni kömür yapmama kararını açıklamak ve kömürden çıkış tarihini açıklamak olduğu ise aşikar. Türkiye gibi yenilenebilir enerji potansiyeli yüksek bir ülkenin yenilenebilir hedeflerini yükseltmek de atılması gereken diğer bir kritik adım olacaktır.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile Enerji Bakanlığı’na taleplerimizi sosyal medya üzerinden iletmek için tıkla

Kömürden çıkış ile ilgili olarak konferansın son gününde açıklanması beklenen ortak anlaşma metnindeki fosil yakıtlarla ilgili madde ise dildeki anlaşmazlık nedeniyle çıkmaza girdi ve ancak bir ifade değişikliği ile metin yayınlanabildi.

Taslak metinde yer alan, ülkelerin “kömür ve fosil yakıtlar için kademeli olarak çıkışı hızlandırmaları” gerektiği şeklindeki ifade, “kademeli olarak azaltmaları” şeklinde değiştirildi. Çin ve Hindistan tarafından talep edilen bu değişikliğin pek çok ülkedeki yarattığı hissin ise “hayal kırıklığı” olduğu dile getirildi.

Oysa ki geçtiğimiz Eylül ayında yapılan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yurtdışındaki kömür projelerini finanse etmeyeceğini açıklayan Çin’den, COP 26’da çok daha güçlü bir taahhüt beklentisi söz konusuydu.

Gelişmiş ülkelerin, gelişme yolundaki ülkelere uygulayacakları emisyon azaltımı ve iklim değişikliğinin etkilerine uyum önlemlerini desteklemek üzere 2020’den itibaren sağlama sözü verdikleri yıllık 100 milyar dolar mali katkı hedefine de henüz ulaşılabilmiş değil.



2020 takvimine uyulamadığı gibi, bu miktara gecikmeyle ancak 2023 ve hatta 2025’e doğru varılabileceği anlaşılıyor. Bu da gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında güven ilişkisini zedeliyor ve gerilim yaratıyor. 

Kömürden çıkış planlarının da finansmanla olan mutlak ilişkisini dikkate alırsak, Taraflar Konferanslarının (COP) en önemli gündem maddeleri haliyle iklim finansmanı oluyor. Maalesef ki konferanslarda ciddi bir ivme yakalanmamasının sebebi de yine bu konudan kaynaklı.

Gelişmiş ülkeler, iklim değişikliğine yol açan sera gazı emisyonlarındaki tarihsel sorumluluklarıyla uyumlu ve hakkaniyet gereği olan azaltım eylemini üstlenmeyip, iklim değişikliğine uyum önlemlerini uygulayabilmek için mali desteğe ihtiyaç duyan gelişmekte olan ülkelere yeterli mali desteği sağlayamıyor.

Haliyle, gelişmekte olan ülkeler de hem ulusal katkı beyanlarını güncelleme konusunda hem de fosil yakıtlardan çıkış için net tarih ve aksiyon paylaşma konusunda direnç gösteriyor. Tüm tarafların hedefleri/aksiyonları ile iklim finansmanı arasındaki kısır döngü ya da evrensel tabiri ile “fasit daire”, açmazı körüklüyor; olan dünyaya oluyor.



Elbette ki, küresel iklim kriziyle mücadele tek bir konferans, tek bir anlaşma ya da atılmış tek bir adımla gerçekleştirilemez. Her kurum ve her birey, dünyanın ortak ve en büyük sorunu olan iklim krizi konusunda belli aksiyonlar almalı.

Üstelik bu kriz çözümsüz değil; çözümü biliyoruz ve karamsarlığa yer vermeden ancak geleceğin düşündüğümüzden çok daha yakın olduğunun da farkında olarak bir an önce harekete geçmeliyiz.

Eğer bir dönüşüm olacaksa bu dönüşüm “ben ne yapabilirim” diye araştıran her bir bir birey, “nasıl bir bi çözüm bulabilirim” diye uğraşan her bir kurum tarafından sağlanacak ve bu sayede mücadele kazanılacak!



Kapak görsel: PA Images / Andrew Milligan